Birinci Dünya Savaşı’nın Nedenleri ve Savaş Sırasında Osmanlı Devleti’nin Sosyal Durumu

Asiye Sümeyye Torba
12 min readJan 9, 2020

--

1914 yılında başlayan ve çok da uzun sürmeyeceği düşünülen Birinci Dünya Savaşı, aslında dört yıldan biraz fazla sürmüş; bu zaman dilimi içerisinde Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan İttifakı ile Büyük Britanya, Fransa, Rusya, İtalya, Romanya, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Yunanistan’ı içine alan grup arasında Avrupa’da, Asya’da, taraf devletlerin Afrika’daki sömürgelerinde ve açık denizler dahil, geniş bir coğrafyada, birçok cephede daha önce eşi görülmemiş seviyede, oldukça kanlı askeri çatışmalar yaşanmıştır. İlk topyekün (kitlesel/total) savaş olarak değerlendirilen Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına ve yeni Türk Devleti’nin kurulmasına sebep olmuştur. Savaşın başlamasına zemin hazırlayan sebepleri, Osmanlı Devleti’nin hangi şartlarda savaşa girdiğini, savaş sırasında Türk insanının yaşadığı sıkıntıları, savaş sonrası kazanımları ve kayıpları bilmek yakın tarihimiz açısından oldukça önemlidir ancak insanlığı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen sebepleri saptamak savaştan çok daha öncesini incelemeyi gerektirmektedir.

SAVAŞIN NEDENLERİ

Osmanlıların “Harb-i Umumi”, Avrupalıların “Büyük Savaş” veya “Dünya Savaşı” adını verdikleri Birinci Dünya Savaşı’nın görünen nedeni, 28 Haziran 1914 günü Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük François Ferdinand’ın Saraybosna’da Sırplı bir genç tarafından öldürülmesidir. Bu olay karşısında Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilan etmesi ve Rusya’nın Sırbistan, Almanya’nın da Avusturya’nın arkasında yer alması, Avrupa’yı bir hafta içinde dünya çapında bir savaşa sürüklemiştir. Ancak savaşın temel nedenlerine bakıldığında Avrupalı devletlerin hammadde ve sömürge arayışları, silahlanmanın hızla yayılması, Fransız İhtilali’nin sebep olduğu milliyetçilik akımı, Almanya ile İngiltere ve Fransa arasında yaşanan ekonomik rekabet, devletler arasında meydana gelen bloklaşma gibi sebepler görünmektedir.

Avrupalı, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda bilim ve sanayi inkılâbını, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel inkılâplarını yapmış ve yeni bir çağa adım atmıştı. Bunun sonucunda dünyanın stratejik noktalarını, hammadde kaynaklarını, enerji kaynaklarını ve pazarlarını ya fethetmiş ya da kontrol altına almıştı. Bu suretle Asya’nın büyük kısmı ve bütün Afrika, Avrupa sömürgesi haline gelmişti. Ancak 1870 yılındaki Prusya-Fransa Savaşı’nı Fransa’nın kaybetmesi ve savaş sonucunda Alman ulusal birliğinin kurulması, Avrupa’da ve bütün dünyada yeni bir dönem açılmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte 19. yüzyıl boyunca gelişen ulusalcılık Avrupa’da beklenilen huzur ve sükûnun aksine, silahlanmanın ve sömürgecilik yarışının hızlanmasına sebep olmuştur. Zira Almanya’nın kazandığı büyük güç başta Fransa olmak üzere, Almanya’nın deniz silahlanmasından kuşku duyan İngiltere’yi de harekete geçirmiştir. 1870 yılından sonra ulusal birliğini kurarak güçlenen Almanya’ya karşı 1870 yenilgisinin intikamını ve Alsace-Lorraine’i almaya çalışan Fransa’nın faaliyetleri ve buna karşı Bismarck’ın Avrupa devletlerini yanına çekerek Fransa’yı yalnız bırakma amacıyla yaptığı faaliyetler beraberinde devletlerarası bloklaşmaları getirmiştir.

Yüzyıllardır fetihlere alışmış olan Fransa’nın, 1870–1871 yenilgisini ve Alsace- Lorraine’nin elden çıkışının intikamını almak isteyeceğini çok iyi bilen Alman Başbakanı Prens Bismarck, Fransa’nın intikam savaşını önlemek için Avrupa devletlerini yanına çekmeye çalışmış ve bu nedenle Fransa’yı siyasal ve askeri bakımdan yalnız bırakma politikasını takip etmiştir. Bismarck’ın yaptığı müzakereler sonucunda Avusturya-Macaristan, İtalya ve Almanya’nın dahil olduğu “Üçlü İttifak” bloğu oluşturulmuştur.

Avrupa’da Alman birliğinin kurulmasından sonra başlayan ve Almanya Başbakanı Prens Bismarck’ın gözetiminde devam eden denge grupları süreci, Alman İmparatoru I. Wilhelm’in 1888’de ölümüyle yerine geçen II. Wilhelm’in, dış siyaseti Bismarck’ın elinden alarak dış siyasete emperyalist bir yön vermesi ile sona ermiştir. II. Wilhelm ile birlikte Almanya’nın izlediği emperyalist politikalar 1894 Fransız-Rus, 1904 İngiliz-Fransız ve 1907 İngiliz-Rus anlaşmalarının yapılmasına ve dolaylı da olsa bu üç devletin yani İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bir blok içerisinde birleşmelerine neden olmuştur. Böylece “Üçlü İttifak”a karşı “Üçlü İtilaf” bloğu meydana gelmiş ve Avrupa’daki büyük devletler bu şekilde iki bloğa bölünmüştür. Fransa’nın denizlerde üstünlüğe sahip olan İngiltere’yi yanına almış olması II. Wilhelm’i oldukça tedirgin etmiş, üstün duruma geçmek ve askeri bakımdan güçlü olmak için yoğun bir silahlanma yarışına girmesine sebep olmuştur. Almanya’nın denizlerde silahlanma yarışına girmesi ise denizlerde üstünlüğü olan İngiltere’yi donanma bakımından hızlı bir silahlanmaya yöneltmiştir. Silahlanma yarışının sonucunda her iki blok birbirlerine karşı sert bir tutum almış, bu da küçük meselelerden büyük buhranların doğmasına sebep olmuştur. Askeri teknolojiler geçmişe kıyasla bambaşka bir noktadayken herkes bu teknolojilerle kendi yumruğunu balyoz sanıyordu. Bu atmosfer içinde, 28 Haziran 1914 günü Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp tarafından öldürülmesi gibi basit bir suikast olayı bardağı taşıran son damla olmuş ve Birinci Dünya Savaşı gibi kitlesel bir savaşın patlamasına sebep olmuştur.

Avrupalı büyük devletlerin gruplaşmaları neticesinde birbirlerine meydan okumalarının bir sonucu olarak yaşanan bu savaşa Osmanlı Devleti’nin neden ve hangi şartlar altında girdiğini anlayabilmek için Osmanlı’nın savaş öncesindeki durumunu, Avrupalı devletlerle olan ilişkilerini iyi bilmek gerekir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişi ve bu savaşta Almanların yanında yer almasının sebepleri incelenirken küresel gelişmeler, büyük güçlerin politikaları ve ülkenin içinde bulunduğu şartlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Osmanlı Devleti, 19. yüzyıl ortalarında batının askerî ve teknolojik üstünlüğüne salt askerî güçle karşı koyabilecek durumda değildi. Başka devletlerin desteğine ihtiyacı vardı. Bunun için batılı devletlerin kendi aralarındaki üstünlük mücadelesindeki çıkar çatışmalarından yararlanarak bir denge politikası izlemiştir. Değişen güçler dengesine göre politika belirlemiş, 19. yüzyılda özellikle Kırım Savaşı’ndan sonra toprak bütünlüğüne yönelik en büyük tehlike Rusya’dan geldiği için bu devlete karşı İngiltere ve Fransa’yla işbirliği yapmıştır. Berlin Antlaşması’ndan sonra bu devletler Osmanlı topraklarını işgale başlayınca bu kez Avrupa’da yeni bir güç olarak ortaya çıkan Almanya’yla yakınlaşmıştır. Ayrıca Almanya ile Osmanlı Devleti’nin sınır sorunu olmaması, Almanya’nın Müslüman sömürgelere sahip olmaması, Almanya’nın ekonomisinin güçlü olması vb. nedenler de Osmanlıyı Almanya ile yakınlaştırmıştı.

1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet ile birlikte Osmanlı Devleti’nde birçok alanda olduğu gibi devletin izlediği dış politikada da değişiklikler olmuştur. 1908’den sonra kurulan hükümetler II: Abdülhamit’e bağımlı olan Almanya’ya dayalı dış politikadan ziyade İngiltere ve Fransa ile iyi ilişkiler kurmak istiyorlardı. Fakat Osmanlı’yı gözden çıkarmış ve Alman tehdidine odaklanmış olan bu devletler Osmanlı Devleti’ne yönelik saldırılar karşısında herhangi bir müdahalede bulunmamışlardı. Balkan Savaşları’nda yürütülen diplomasi, İttihatçılarda Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü eğer Türkler kendileri koruyamazsa bundan böyle Avrupa’nın bu yolda hiçbir müdahalede bulunmayacağı düşüncesini pekiştirdi. İşte bu yalnızlık, uluslararası alanda tek başına kalma ve kendisi için verilecek kararları elini bile kıpırdatmadan bekleme zorunluluğu Birinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun genç yöneticilerini, Almanya ile anlaşmaya doğru itmiştir.

Osmanlı Devleti Trablusgarp, sonra da Balkan Savaşları’nda müttefik bildiği Almanya’ dan somut hiçbir yardım görmemişti. Aynı zamanda İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması, Osmanlı Devleti adamlarında Üçlü İttifak’a karşı bir antipati uyandırmıştı. Tabi ayrıca Avusturya’nın Balkan politikası ve Bosna Hersek’i ilhak etmiş olması da bu antipati de rol oynuyordu. Osmanlı Devleti, bu doğrultuda ilk ittifak teşebbüsünü geleneksel dostu saydığı İngiltere nezdinde yapmıştır. Bu amaçla Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekimi’nde İngiltere Bahriye Bakanı Winston Churcill’e bir mektup yazarak Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında bir antlaşma yapılmasını teklif etmiştir. Ancak İngiltere “şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz” diyerek Osmanlı Hükümeti’nin ittifak teklifini reddetmiştir.

Osmanlı Devleti’nin ikinci ittifak teşebbüsü ise Bulgaristan ile olmuştur. 1913 yazında Bulgaristan, Osmanlı Devleti ile ittifak yapmak istemiştir. Zira Bulgaristan, Makedonya üzerindeki ihtiraslarını gerçekleştirememesinin yanı sıra Birinci Balkan Savaşı’nda kazandığı toprakları da İkinci Balkan Savaşı’nda kaybetmişti. Osmanlı Devleti de Balkan Savaşları sonucunda kaybettiği Midilli, Limni, Sakız gibi adaları Yunanistan’dan geri almak istediğinden Bulgaristan’ın ittifak teklifini kabul etmiştir. Bunun için bir ittifak tasarısı hazırlandı. Tasarıda; Bulgaristan Makedonya’dan geniş topraklar talep ediyor, Osmanlı Devleti’ne yaslanıp sınırlarını genişletmek istiyordu. Bununla birlikte Bulgaristan, Türk-Bulgar İttifakı’na Almanya’yı da dâhil etmek istemiştir. Fakat Almanya bu teklifi kabul etmemiştir. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin ikinci ittifak teşebbüsü de olumsuz sonuçlanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin üçüncü ittifak teşebbüsü ise Fransa nezdinde olmuştur. Bahriye Nazırı ve aynı zamanda Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti başkanı olan Cemal Paşa, 1914 Temmuz aynında Fransa ile temasa geçerek bir ittifak kurmak istemiştir. Fakat Fransa da İngiltere gibi Osmanlı Devleti’nin Üçlü İtilafa girebilmesi için “Rusya’nın onayı gerekir”, diyerek Osmanlı Devleti’nin ittifak teklifini reddetmiştir. Fransa, Osmanlı Devleti için Rusya’nın pençesinden bir kurtulma yolu idi. Ancak Osmanlı Devleti’nin bu teşebbüsü de sonuçsuz kalmıştır.

Osmanlı Devleti’nin ittifaklara kabul edilmemesinin esas nedeni, çıkması beklenen umumi bir savaşta paylaşılması düşünülen bir pasta olarak görülmesiydi. Zira İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ni savaşta bir müttefik değil, taşınacak bir yük olarak görüyor ve müttefikleri olan Rusya’yı da kızdırmak istemiyorlardı. Osmanlı Devleti iç yönetimini örgütlemek, ticaret ve sanayisini geliştirip korumak, demiryollarını genişletmek, özetle yaşayabilmek ve varlığını koruyabilmek için devlet gruplarından birine katılmaya çalışmıştır. Fakat devletlerden hiçbiri buna razı olmamıştır.

Şartların Osmanlı Devleti’ni Almanya’ya ittiği ve yalnızlığın hissedildiği bir dönem, öteden beri Almanya ile işbirliği yapmak isteyen kabinedeki Sadrazam Sait Halim Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve Meclis Başkanı Halil Bey’i Almanya’ya daha da yakınlaştırdı. Bununla beraber, üçlü ittifak bloğuna katılma teklifi ilk önce Avusturya’dan gelmiş, bu teklif üzerine Osmanlı Devleti 22 Temmuz’da ittifak için Almanya’ya başvurmuş ve II. Wilhelm’in isteği üzerine Almanya, Osmanlı Devleti ile ittifak görüşmelerine başlamıştır. 27 Temmuz’da başlayan ittifak görüşmeleri 2 Ağustos 1914’te imzalanmıştır.

Almanya’nın halifelik makamını kullanarak İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki müslümanları ayaklandırmak istemesi, yeni cepheler açarak itilaf devletlerinin kendi üzerindeki baskısını hafifletmek istemesi, İngilizlerin Osmanlı toprakları üzerinden geçen Uzak Doğu sömürge yollarını ele geçirmek istemesi, İtilaf devletlerinin Boğazlar yoluyla Rusya’ya yardım göndermesini önlemek istemesi ve Osmanlı’yı nüfusundan dolayı Rusya’ya karşı bir silah deposu olarak görmesi Almanya’nın Osmanlı Devleti ile bu ittifak anlaşmasını imzalamasının temel sebepleridir. Fakat Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Türk-Alman ittifakının varlığını bilmeyen itilaf devletleri, bu ittifakın çıkarlarına ters düştüğünü çok iyi bildikleri için Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sağlamak için çaba harcamıştır. Osmanlı Devleti de ittifak imzalamakla beraber, hemen savaşa girmeye taraftar değildi ve bu yüzden savaşın patlamasıyla birlikte tarafsızlığını ilan etmiştir. Fakat Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığa karşı ileri sürdüğü isteklerin İtilaf Devletleri tarafından karşılanmamış olması ve Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni savaşa çekme çabaları Osmanlı’yı savaşa sürüklemiştir. Zira Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını ilan etmesinden birkaç gün sonra 6 Ağustos’ta, Almanya’nın Akdeniz filosuna mensup, İngiliz donanmasının takibine uğrayan iki savaş gemisi (Goeben ve Breslau ) İtalya’nın Mesina Boğazı’ndan geçerek, Amiral Souchon’un komutasında Çanakkale’ye doğru yol almıştır. Osmanlı Devleti’nin tarafsız devlet olarak bu gemileri enterne etmesi yani bu gemilerin silahlarını sökmesi ve personelini de gözaltına alması gerekirdi. Bu sıralarda ise Osmanlı Devleti, kurulan Donanma Cemiyeti’nin topladığı para ile İngiltere’den iki savaş gemisi alma hazırlığındaydı. Fakat İngiliz Hükümeti, kendileri tarafından yapılan “Sultan Osman” ve “Reşadiye” isimli bu iki gemiyi kendilerine gerekeceği bahanesi ile Osmanlı Devleti’ne satmayacağını bildirmiştir. İşte böyle bir ortamda Sait Halim Paşa Hükümeti’nde savaşa katılmaya karşı olanlar bile bu gemilerin Osmanlı sularına sığınmalarına fazla direnç göstermemiştir. Sonuç olarak bu gemiler Enver Paşa’nın müsaadesiyle 12 Ağustos’ta İstanbul’a ulaşmıştır. İngiltere, Fransa ve Rusya ise bu duruma büyük tepki göstererek Osmanlı Hükümeti’ne tarafsızlığını hatırlatmıştır. Söz konusu devletler bu gemilerin 24 saat içinde ya geri gönderilmesini ya da silahsızlandırılmasını istemiştir. Gelen tepkiler üzerine Babıâli bu iki gemiyi satın aldığını ilan etmiş, hatta gemilere Türk bayrağı çekilerek sembolik merasim dahi yapılmıştır. Goeben’e “Yavuz”, Breslau’ya ise “Midilli” isimleri verilmiş, Osmanlı Donanması’nın başına da Alman Amiral Souchon getirilmiştir. Böylece İngiltere’nin el koyduğu iki gemi, Osmanlı Donanması’na başka yollarla katılmış oldu. 27 Ekim 1914 tarihinde Amiral Souchon komutasındaki Yavuz ve Midilli’nin de dâhil olduğu Türk Donanması Karadeniz’e açılmıştır. 28–29 Ekim 1914 gecesi de Rusya’nın Odessa ve Sivastopol Limanları’nı topa tutmuştur. Bu olay üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Osmanlı Devleti de bunlara karşılık 12 Kasım 1914'te resmen savaş ilan edip fiilen savaşa dâhil olmuştur.

SAVAŞ SIRASINDA OSMANLI DEVLETİ’NİN SOSYAL DURUMU

15 milyon askerin ve 8,5 milyon sivilin hayatını kaybettiği; tarihin ilk küresel çaplı mücadelesi olan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’ni de oldukça zor durumda bırakmıştır. Zira Balkan Savaşları’nın yorgunluğu ve yoksulluğu ile Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olan Osmanlı Devleti; savaşın sürdüğü yıllarda sadece askeri değil, toplumsal anlamda da bir yaşam savaşı vermiştir. Bir oldubitti ile kendini Birinci Dünya Savaşı’nın önemli aktörlerinden biri olarak harbin içinde bulan Osmanlı Devleti, dört yıldan uzun süren bu savaşta taarruz amaçlı; Kafkas ve Kanal Cepheleri’nde, savunma amaçlı; Çanakkale, Irak, Hicaz-Yemen Cepheleri’nde, müttefiklerine yardım amaçlı ise; Makedonya, Galiçya ve Romanya Cepheleri’nde savaşmıştır. Cephe ile cephe gerisinin belirsizleştiği Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nde yaşayan sivil halk; siyasi, askeri birçok alanda mücadele vermiş, savaştan azami derecede etkilenmiştir.

Yaşandığı hemen her yerde, en çokta sokaktaki sade insan ve onun yaşamı üzerinde silinmez izler bırakan Birinci Dünya Savaşı ile birlikte savaşa giren bütün ülkelerde gündelik yaşam alt üst olmuştur. Savaşa giren ülkeler kadar tarafsız olanlar da savaşan ülkelerle olan ekonomik ilişkileri nedeniyle gündelik yaşantıda savaşın sarsıcı etkisini hissetmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri en açık bir biçimde kadınlar ve çocuklar üzerinde görülmüştür. Kadınlar, savaşın başlaması ile sosyal ve ekonomik anlamda birçok sorun ile karşı karşıya kalmıştır. Savaşla birlikte dul kalan kadınlar, ailelerin geçimlerinden birinci derece sorumlu hale gelmişler, bir yandan çalışma yaşamında ortaya çıkan üretim açığını kapatmaya çalışırken diğer yandan da evde ailenin sorumluluğunu tek başına üstlenmek zorunda kalmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Osmanlı Devleti’nde erkeklerin büyük bir kısmı seferberliğe çağırılıp silah altına alınmış, Türk kadını da eşi benzeri olmayan bir metanet ile eşlerini cepheye göndermiştir. Cephe gerisinde kalan kadınlar, çoğu yerde erkeklerin yaptıkları işleri de yapmışlar ve ailenin bakımı, korunması, geçimi vb. pek çok konuyla ilgilenmiştir. Bunların yanı sıra Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu kadını, sadece eşlerini cepheye göndermekle kalmamış, cephede asker olarak da savaşmış ve mücadele etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı kadınının üstlendiği bir diğer görev de hemşirelik olmuştur. Cephe gerisinde görev alan hemşireler binlerce yaralı ve hastayı tedavi ederek ve askerlere moral vererek hayati bir ihtiyacın karşılanmasını sağlamıştır. Büyük fedakarlıklarla, ağır şartlar altında ve saatlerce uyumadan çalışan bu kadınlar, Birinci Dünya savaşı’na kendileri için kurulan amele taburlarında işçi olarak da katılmıştır. 1917 yılında Enver Paşa tarafından kurulan bu amele taburlarında görev alan kadınların çoğu tarım işçisi olarak tarlada ürün toplarken, bazıları da çukur kazma ve yol yapımı gibi daha ağır işlerle uğraşmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ölüm, yıkım, salgın hastalık ve fakirlikten fazlasıyla nasibini alan kadınlar, kolay hedef haline geldiğinden tecavüze ve pek çok saldırıya maruz kalmıştır. Bunun dışında kocaları, babaları, kardeşleri cepheye giden, yaralanan veya ölen yüzbinlerce kadın temel gelir kaynaklarını kaybetmiş olması sebebiyle babalarının veya kocalarının işini devralıp esnaf ve zanaatkarlık yapmaya başlamıştır. Bu tür imkanlara sahip olmayan, devletten maaş ve akrabalarından nafaka alamayan veya aldığı aylık geçinmesine yetmeyen pek çok kadın ise para kazanmak için çarşıda, pazarda bir şeyler satmak, erkekleri eğlendirmek ve hatta fuhuş yapmak zorunda kalmıştır.

Kadınlar kadar savaştan etkilenen bir başka toplum kesimi ise hiç şüphesiz savaş yüzünden aç, sefil ve en önemlisi de yetim kalan çocuklar olmuştur. Savaşın başlaması ile birlikte eğitimde yaşanan aksaklıklar da çocukları oldukça kötü etkilemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile öğretimde büyük aksamalar yaşanmıştır. Savaş sırasında genç öğretmenlerin büyük bir kısmı şehit olmuştur. Savaş sürecinde özellikle eğitim-öğretimin temellerinden olan muallim ve mektep ihtiyacının had safhaya ulaştığını söylemek mümkündür.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ve toplumunu meşgul eden sorunlardan birisi de darüleytam meselesi olmuştur. Darüleytamlar, Osmanlı Devleti’nde Balkan ve Birinci Dünya Savaşları’nın siyasi, askeri ve sosyal sonuçlarının bir gereği olarak ortaya çıkmış, cephelerde şehit olan kişilerin çocuklarını barındırmak, eğitmek ve zanaat öğretmek amacıyla kurulmuş müesseselerdir. Balkan Savaşları’ndan hemen sonra kurulan ancak kısa bir süre sonra kapatılan kurum, Birinci Dünya Savaşı sebebiyle tekrar açılmıştır. Zira savaş geride yıkık, harap ve terk edilmiş bina ve tarlalarla birlikte; anasız babasız, yersiz-yurtsuz kalan öksüz ve yetim çocuklar da bırakıyordu.

Değerlendirilmesi gereken bir diğer mesele de devletin sosyo-ekonomik yapısının temeli olan nüfus meselesidir. Savaş, toplumsal dengeleri alt üst etmiştir. Bunun en önemli nedeni ise seferberlikle beraber erkek nüfusun büyük ölçüde silah altına alınması ve savaş sırasında erkek nüfusun daha fazla kayıp vermesidir. Böylece cinsiyetler arasındaki nüfus dengesi bozulmuştur. Osmanlı ülkesinde nüfus dengesinin bozulmasının ve nüfusun geriye gitmesinin en önemli nedeni ise doğum oranındaki azalma ile birlikte açlık ve sefalet olmuştur. Ayrıca ülkedeki açlık ve yokluktan dolayı kimsenin evlenmeye cesaret edememesi ve bir de doğum oranlarındaki azalmalar etkili olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 1914'te Osmanlı ülkesinin nüfusu 18 milyon civarı ve bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki nüfusu ise yaklaşık olarak 16–16.5 milyon civarında idi fakat savaşın başlaması ile nüfusta çeşitli sebeplerden dolayı azalmalar meydana gelmiştir. Nüfusun azalması meselesi dönemin basın kaynaklarında da geniş yer bulmuştur. Gazetelerde, memleketin en mühim ve tedavisi lazım dertlerinden birinin nüfus meselesi olduğu vurgulanırken, söz konusu meselenin Avrupa ve Amerika ülkelerinde hükümet ve toplumu yakından ilgilendiren konuların başında geldiğine değinilmiş; buralarda nüfusun miktarını çoğaltmak ve nüfusun sorunlarını gidermek için birçok teşkilat kurulduğu halde, Osmanlı Devleti’nde bu konuda henüz ilk adımların bile atılmadığı ve her şeyin kendi haline bırakıldığı belirtilmiştir.

Savaş sebebiyle erkek nüfusun azalması Harbiye Nazırı Enver Paşa’yı harekete geçirmiştir. 24 Ağustos 1916’da Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın teşebbüsüyle, savaş zamanında ihtiyaç duyulan kollarda çalışacak işçi açığını kapatmak ve cephedeki askerin evlerinde terk ettikleri kadınların nafakalarının tedarikine yardımcı olunmak amacıyla Kadınları Çalıştırma Cemiyeti tesis edilmiştir. Cemiyet, kadınları çalıştırmanın aile hayatını etkileyecek tarzda tesirleri olabileceğini dikkate alarak memur ve işçiler için evlenmeyi mecburi kılmıştır. Bu kararda hiç kuşkusuz ahlaki kaygılarla birlikte azalan nüfusu yukarı çekme endişesi ağır basmaktaydı. Cemiyet bünyesindeki erkekler azami 25, kadınlar 20 yaşında evlenmek mecburiyetinde bırakılmıştır.

Savaşın yaratmış olduğu olumsuzluklar her yere sirayet etmişti. Savaşın yaratmış olduğu gelir dağılımı dengesizliği, bütün kesimleri hızla sefalete sürüklemiştir. Savaş zamanında yaşanan karaborsa ve kıtlık gibi olumsuzluklar yüzünden en varlıklı ailelerin bile aç kalma korkusu yaşadığı görülmüştür. Savaşın ilanından sonra fiyatların yükselmesi halkın alım gücünü düşürmüştür. Ayrıca Osmanlı Devleti bir tarım devleti olmakla beraber; şeker, un gibi gündelik yaşamda son derece önemli olan tarım ürünlerini ithal eder durumdaydı. İthal edilen bu ürünlerin ülkeye girişi büyük ölçüde deniz yoluyla gerçekleşiyordu. Ancak savaşla birlikte Boğazlar kapanınca, buna bağlı olarak ticarette sekteye uğramış ve ülkede son derece gerekli olan ve ithal yolla giderilen ürünlerin fiyatları inanılmaz bir biçimde artmıştır. Hayatta kalabilmenin güçleştiği savaş günlerinde ister zengin isterse fakir olsun toplumun her kesiminde ahlaki çöküntü, buna bağlı olarak hırsızlık ve fuhuş yaygınlaşmıştır.

Osmanlı Devleti’nin son savaşı olan Birinci Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı toplumunun yaşadığı bütün bu sıkıntılar sonraki nesillere de sirayet eden kalıcı bir etkiye dönüşmüştür. Yaşananlar savaştan kurtulmayı başaranları derin bir buhrana sürüklerken, savaşta hayatını kaybedenler de gerisinde yetim evlatlar, acılı aileler ve eşler bırakmıştır. İnsanlara büyük sefillikler yaşatan bu savaş sürecinde bir de cephelerdeki savaş şartlarına dayanamayıp firar eden askerler olmuştur. Bu durum bir süre sonra ülkede eşkıyalığın görülmesine neden olmuş, Anadolu topraklarında firari ve eşkıyalık sorunu ancak 1930’lara doğru ortadan kalkabilmiştir.

KAYNAKÇA

ARMAOĞLU Fahir, “20. Yüzyıl Siyasi Tarihi”, 19. Baskı, İstanbul, Timaş Yayınları, 2014

ATAMAZ Serpil, “Birinci Dünya Savaşı ve Kadınlar”, https://www.academia.edu/7591478/Birinci_D%C3%BCnya_Sava%C5%9F%C4%B1_ve_Kad%C4%B1nlar, (ET: 05.12.2019).

Birinci Dünya Savaşı, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/birinci-dunya-savasi, (ET: 04.12.2019)

ÇİÇEKLİ Yasin, “Birinci Dünya Savaşı Nedenleri”, https://www.academia.edu/35240623/B%C4%B0R%C4%B0NC%C4%B0_D%C3%9CNYA_SAVA%C5%9EI_Nedenleri, (ET: 05.12.2019).

GÖZCÜ Alev, “Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti’nin Gündelik Hayatından Kesitler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2016.

MUTLU Cengiz, “Milli Mücadelede Türkiye’de Azalan Nüfus ve İzdivaç Meselesi”, Mart 2013, https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/06-Cengiz-Mutlu.pdf, (ET: 05.12.2019).

ÖZÇELİK Mücahit, “Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’deki Yabancı Esirler”, Doktora Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010.

ÖZÇELİK Mücahit, Türk Basınında Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Girişi”, Master Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010.

TÜZÜN Nevim, “Birinci Dünya Savaşı Sürecinde Türkiye’de Yaşanan Sosyal ve Ekonomik Meseleler (İkdam, Sabah, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat, Tanin Örneği)”, Doktora Tezi, Kayseri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019.

YILMAZ Salih, “Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler İle Büyük Devletlerin Siyasetleri”, TYB Akademi Dil Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2014.

--

--