AB-Birleşik Krallık İlişkileri: Brexit’e Giden Süreç

Asiye Sümeyye Torba
6 min readMay 5, 2019

Dünya savaşları sonrasında, her alanda yıkıma uğrayan Avrupa devletleri, bu durumdan ders çıkararak ortak bir paydada buluşmuş; barışı, güvenliği ve refahı sağlamak adına önemli konularda ortak karar mekanizmasıyla hareket edebilecekleri bir birlik kurma kararı almışlardır. 1951 yılında Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg devletlerinin Paris’te imzaladıkları antlaşma ile hedefi Avrupa bütünleşmesi olan Birliğin temelleri atılmıştır. Dört devletten (İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda) oluşan Birleşik Krallık ise Avrupa Birliği’nin kuruluş döneminde Birlikten uzak durmuş fakat sonraki yıllarda bu politikasından vazgeçerek Birliğe üye olma yolunu tercih etmiştir.

Savaştan galip çıkmasına rağmen en çok zarar gören ülkelerden biri olan Birleşik Krallık, Birliğin kuruluş yıllarında kendini iki seçenek arasında tercih yapmak zorunda hissetmiştir: Savaş sonrası yakın iş birliğini Commonwealth ile mi yoksa Avrupa ülkeleri ile mi yapacaktı? Birleşik Krallık, bu tercihini Commonwealth’den yana kullanmış ve Birliğin kuruluşunda yer almak istememiştir. Britanyalı siyasetçi olan Winston Churchill’in 1946 yılında, Zürih Üniversitesi’nde yaptığı ve “Birleşik Avrupa Devletleri” fikrini ortaya çıkardığı tarihi konuşmasına rağmen Birleşik Krallık’ın Birlik kurulurken yer alan altı kurucu devlet arasında yer almaması ülkenin Avrupa kararsızlığını göstermektedir.

Birleşik Krallık’ın, Avrupa Bütünleşmesine dahil olmak istememesinin ve tercihini Commonwealth’den yana kullanmasının temel sebebi, Commonwealth ülkelerinin Avrupa ülkelerine baskın gelen önemidir. Sıradan bir Britanyalı ile Commonwealth ülkesi vatandaşı arasında Britanyalı ile Avrupa vatandaşı arasında olduğundan daha fazla yakınlık mevcuttur. Ulusal kimlikteki bu farklılık ekonomiye de yansımıştır. O dönemde Commonwealth ülkeleriyle olan ticaret Avrupa ülkeleriyle olandan çok daha fazladır. Ayrıca Avrupa ile olası bir gümrük birliğinin Commonwealth ile olan bu ticarete zarar vereceği ve gümrük birliğinin bu zararı karşılayamayacağı ileri sürülmüştür. Birleşik Krallık’ın savaştan galip çıkmış olması, diğer Avrupa ülkelerinin aksine hiçbir işgal yaşamamış olması, Avrupa devletlerini kendine denk olarak görmemesine, kendini büyük görmesine sebep olmuş, aynı zamanda ABD ile olan özel ilişkilerinin artması da Avrupa devletleri ile bir ilişki kurmaktan kaçınması ile sonuçlanmıştır.

1957’de kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kısa bir zaman sonra ekonomik anlamda üye devletler için önemli bir başarı sağlaması, 1956 Süveyş Krizi’nde Birleşik Krallık’ın siyasi anlamda eskisi kadar etkili olmadığını görmesi ve ABD’den beklediği desteği görememesi, Birleşik Krallık’ın Avrupa bütünleşmesine yönelik bakışının 1960’larda değişmesine zemin hazırlamıştır. Birleşik Krallık, her ne kadar AET’ye rakip olması için 1960 yılında Avrupa Serbest Ticaret Birliği’ni (European Free Trade Association/ EFTA) kursa da, ilerleyen süreçte başta kendisi olmak üzere diğer EFTA üyeleri de bir bir AET’ye katılmışlardır.

Avrupa bütünleşmesinin başarılarıyla yüzleşen Birleşik Krallık, kuruluş aşamasında yer almadığı Birliğe sonradan dahil olmak istemiş ve 1961 yılında Birliğe katılmak için başvuruda bulunmuş fakat üyelik başvurusu Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle tarafından veto edilmiştir. De Gaulle, bu kararı, Birleşik Krallık’ın ABD ile olan yakın ilişkisinin Avrupa güvenliğine zarar vereceği endişesiyle vermiştir. “De Gaulle’e göre İngiltere’nin üyeliği, Topluluğu pro-Amerikancı ve daha az-Avrupalı yapacak bir girişim olacaktı.” Birleşik Krallık’ın üyeliği diğer beş ülke tarafından desteklenirken, Fransa’nın başvuruyu veto etmesinin bir başka sebebi de Birlik içindeki liderlik rolünü Birleşik Krallık’a kaptırma endişesi olmuştur. Veto sürecinin ardından Birleşik Krallık ikinci başvurusunu 10 Mayıs 1967 yılında yapmış ancak yine aynı sebeplerle Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle tarafından reddedilmiştir. “De Gaulle bu kez ilk başvurunun aksine doğrudan veto hakkını kullanmamış, bunun yerine Fransa’nın Birleşik Krallık için tam üyelik dışında “ortaklık” statüsü gibi alternatifler üzerinde çalışmaya istekli olduğunu duyurmuş fakat bu teklif Birleşik Krallık tarafından geri çevrilmiştir. Daha sonra De Gaulle 16 Mayıs 1967’de bir basın konferansında Birleşik Krallık’ın üyeliğe hazır olmadığını belirtmiş, üyeliğin topluluğun yapısını bozacağını duyurmuş ve 1967’de resmi vetosunu açıklamıştır.”

Birleşik Krallık’ın AET’ye girmek için yaptığı ikinci başvurunun da veto ile sonuçlanmasının ardından, 1970 yılında göreve gelen yeni Muhafazakâr hükümetin Başbakanı Edward Heath, seçim zaferinden tam on iki gün sonra Birleşik Krallık’ın Birliğe üçüncü kez başvurusunu başlatmış ve Birleşik Krallık 1 Ocak 1973 yılında Birliğe üye olmuştur. Önceki üyelik başvurularında Birleşik Krallık’ın Birliğe girmesine karşı çıkan Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle’in 1969 yılında görevinden istifa etmiş olması, yeni Başbakan Edward Heath’ın kendisinden önceki başbakanlara göre daha Avrupa merkezci yaklaşımı ve Birleşik Krallık’ın ekonomik durumunun önceki başvuru dönemlerine kıyasla daha iyi durumda olması Birleşik Krallık’ın üçüncü başvurusunda kabul edilmiş olmasının ana sebepleri olarak değerlendirilebilir.

Birleşik Krallık’ın Birliğe dahil olmasını takip eden süreçte, enflasyonun %13’ün üzerinde seyretmesi ve petrol krizinin negatif etkileri, ekonomik açıdan sıkıntılı bir dönem yaşanmasına yol açarken; ülke yönetimine dair şüphelerin artmasına ve 1975 yılında Avrupa Topluluğu (AT) üyeliğinin devam edip etmemesi hakkında referanduma gidilmesine neden olmuştur. Birleşik Krallık, 1975 yılında yaptığı referandumla, Birlik tarihinde üyelikten kısa bir süre sonra üyeliğini referanduma götüren tek ülke olmuş ancak yapılan referandumun sonucunda sandıktan ezici bir evet üstünlüğü çıkmış, halkın %67’si oyunu üyeliğin devam etmesinden yana kullanmıştır.

1979’da göreve gelen Margaret Thatcher dönemi (1979–1990) ise, Brexit sürecine kadar Birleşik Krallık’ın Birlik ile ilişkilerinin en sorunlu olduğu dönem olmuştur. Margaret Thatcher dönemi, hem Avrupa şüpheciliğinin (Euroscepticism) ortaya çıktığı, hem de İngiltere’nin ekonomi politikalarının Birliğin ekonomi politikalarından farklı olmasının savunulduğu dönem olması açısından önem teşkil etmektedir. İngiltere’nin Birlik ile olan ilişkisini etkileyen önemli olgulardan biri olan Avrupa şüpheciliği en genel anlamıyla Avrupa bütünleşmesine karşı olmak ve şüpheyle yaklaşmak şeklinde ifade edilmektedir.

Thatcher’den sonra iş başı yapan bir başka Muhafazakâr Partili John Major AB’ye karşı çok daha pozitif bir siyaseti tercih etmiş ve Birlik ile Birleşik Krallık ilişkilerini geliştirmiştir. Major döneminde Birliğe şüpheci bakış, egemenlik ve siyasi bütünleşme gibi alanlarda katı denilebilecek şekilde devam etse de teknik alanlarda kurulacak ilişkinin devamına ve Birleşik Krallık’ı Birlikten tamamen uzaklaştıracak adımlardan kaçınılmasına dikkat edilerek oluşturulmuştur.

18 yıllık Muhafazakâr Parti yönetiminden sonra 2 Mayıs 1997 tarihinde Tony Blair’in yönetime gelmesi ile birlikte, İngiltere’nin yönetimi 13 yıllığına İşçi Partisi’ne geçmiştir. Blair dönemi de aynı Muhafazakâr Parti yönetiminde olduğu gibi, ekonomik ve parasal birlikten uzak durmuş; Sterlin’i korumuştur. Bunun yanı sıra çevre, Avrupa Birliği politikalarına uyum ve insan hakları gibi alanlara ağırlık verse de Blair döneminin Muhafazakâr Parti döneminden çok farklı bir adım attığını ve İngiltere’yi Birlik ile tam olarak bütünleştirmeyi başardığını söyleyemeyiz.

13 yıllık İşçi Partisi iktidarından sonra, 6 Mayıs 2010 tarihinde yapılan seçimler sonucunda, 11 Mayıs 2010 tarihinde başbakanlık görevi Muhafazakâr Parti’den David Cameron’a geçmiştir. İşçi Partisi iktidarının 2010 yılında sona ermesinden sonra göreve gelen Muhafazakâr Partili David Cameron, Birleşik Krallık’ı Brexit referandumuna götüren başbakandır.

Muhafazakâr Parti-Liberal Demokratlar koalisyon hükümetinin Başbakanı olarak göreve gelen David Cameron 2015 seçimlerinde iktidara gelmesi durumunda ülkeyi üyelik referandumuna götüreceğini, referandum konusundaki tavrını ise Birlikten bazı ayrıcalıklar elde etmek için talep ettiği yeniden görüşmelerin sonucuna göre açıklayacağını söylemiştir. David Cameron’un amacı da 1975 yılında Birleşik Krallık’ı referanduma götüren Harold Wilson ile aynı doğrultudaydı. Harold Wilson, istekleri kabul edildiği takdirde halka, Birlikte kalma yönünde çağrı yapacağını söylemiş, isteklerinin büyük bir çoğunluğunu elde edince kalma çağrısı yapmış ve referandumdan %67 gibi büyük bir çoğunlukla kalma kararı çıkmıştı. Cameron da Wilson gibi yeniden görüşmeler sonucunda Birlikte kalma çağrısı yapmış fakat bu kez sonuç 1975 ile aynı olmamış ve 23 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilen referandumda, sandıktan %51,9 ile ayrılma kararı çıkmıştır. Referandumun sonuçlanmasının ardından, AB’de kalınması konusunda kampanya yürüten David Cameron istifa etmiş ve görevi Theresa May’a bırakmıştır. Cameron’un istifasının ardından, Brexit adı ile anılan ayrılma süreci Başbakan Theresa May tarafından başlatılmıştır.

Fransa’nın devlet başkanı De Gaulle İngilizler için “İngiltere izoledir; her yaptığı şeyde oldukça karakteristik ve orijinal huy ve geleneklere sahiptir” tespitinde bulunmuştur. Brexit referandumu ve referandumun Avrupa için şok edici sonucu bu sözün haklılığını ortaya koymaktadır. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği ile olan ilişkileri, Birliğe girişten günümüze kadar genelde anlaşmazlık ve çatışma ekseninde ilerlemiştir. Birleşik Krallık, Avrupa Birliği ile olan diyaloğunda hiçbir zaman tam olarak bir bütünleşme sağlayamamıştır. Avrupa bütünleşmesinin başlangıcında sürece dahil olmayan Birleşik Krallık, sonradan katıldığı bütünleşme sürecine sürekli olarak mesafeli bir şekilde yaklaşmıştır. Ayrıca ortak para birimi olan Euro’yu kullanmayı reddeden, Schengen Alanı’nın parçası olmayı ve tek tip vize politikası uygulamayı tercih etmeyen ve AB’nin dış politikası konusunda da Birlik ile ortak hareket etmeyen Birleşik Krallık’ın her zaman kendi çıkarlarını ön planda tutan bir politika izlemesi, aslında hiçbir zaman Avrupa bütünleşmesine tam olarak dahil olmadığını kanıtlar niteliktedir.

KAYNAKÇA

OK, Ekrem, “Brexit’e Giden Yol: Avrupa Birliği-Birleşik Krallık İlişkileri”, Yüksek Lisans Tezi, Trabzon, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mayıs 2018.

AYAZ, Erhan, “Brexit Avrupa Birliği’nin Sonu mu? Brexit’in Birleşik Krallık ile Avrupa Siyaseti Açısından Sonuçları”. 2017, http://yde.neu.edu.tr/wp-content/uploads/sites/142/2018/02/YDE_Brexit.pdf, (ET: 08.04.2019).

ARAS İlhan, GÜNER Altuğ, “Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılma Referandumu: Brexit Süreci ve Sonuçları”, 2 Eylül 2018, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/535864, (ET: 08.04.2019).

SAYGIN Didem, ULTAN Mehlika Özlem, “Ekonomi ve Siyaset Bağlamında İngiltere-Avrupa Birliği İlişkileri: Tarihsel Bir Analiz”, 2012, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/158488, (ET: 09.04.2019).

KUTLAY, Mustafa, “Brexit Sonrası İngiltere ve AB Bütünleşmesinin Geleceği”. Ocak 2017. https://www.ozgurlukarastirmalari.com/pdf/rapor/OAD_9uoaQV1.pdf, (ET:20.04.2019).

--

--